Haziran 2008
Annemle babamın epey geç bir döneminde, bizden geçti artık dedikleri yaşta, kazara hamile kalmış annem bana. Çok veryansın etmiş onca çocuktan sonra, hiç mi hiç niyetleri yokmuş yenisine. En büyük ablam da kıyametleri koparmış, aklının yeterince erdiğinden, çok utanmış yaşlı annesinin hamile kalmasından ve de onca maddi sıkıntı arasında aileye küçük bir kardeş gelmesi fikrinden. Bu kaygılar arasında annemin nadiren uyuduğu gecelerden birinde, rüyasına ak sakallı, nur yüzlü bir dede girmiş. Anneme, benim onlara gönderilmiş bir hediye olduğumu ve gelecekte de tüm ailenin yüzünü güldürecek hayırlı bir evlat olacağımı söylemiş. Sabah olunca, annem babama anlatmış rüyayı. Dini bütün iki insan olduklarından, uğurlu geleceğime kanaat getirmişler ve beni hayata bağışlamışlar. Eve getirildiğim andan itibaren ise, ablamın biricik minik sevgilisi olmuşum. Çocukluğum boyunca da hep öyle devam etti bu sevgililik durumu. Benden 11 yaş büyük olan ablam ikinci annem gibiydi, bana elbiseler diker, her gün okuldan eve gelirken ekler pasta getirirdi minik kardeşine. Pencerede, heyecanla beklerdim gelişini.
Artık büyüdüğümüz yıllarda, hiç çocuk yapmama sözü verdiğim bir arkadaşımın eşiyle gittiği Rodos gezisinde, uzoların bereketinden olsa gerek, kaza eseri hamile kalması beni nasıl hayal kırıklığına uğratmıştı anlatamam. Çağla bebek doğduktan sonra ise, böyle hissettiğim için utandırmıştı beni, hepimizin gönlünü çelmiş, içimize anne şefkati tohumlarını serpe serpe büyümüştü.
Çağla’nın kazara döllenmesinden tam beş yıl sonra, hiç planlamadığımız bir esnada, bizim de başımıza aynı kazanın geldiğini anladığımızda iş işten geçmiş; yaş kemale ermişti. Durumu kabullenmekten başka çare yoktu. Kızım Ada dünyaya geldi, hayatımızın en büyük armağanı, yaşama sevincimiz oldu.
Bir kaza sonradan hayra dönüşebilir mi?
Eğer onu hayra yorma becerisine sahip insanlar varsa ancak diye yanıtlayabilirim bu soruyu. Tüm hayatım boyunca, çevremde güzellikleri ve iyilikleri görebilen insanlar olması için özen gösterdim. Bunda da başarılı oldum. Ben, arkadaşlarım ve ailem yeterli manevra kabiliyetine sahip olmasaydık, başımıza gelen kazaları birer ceza olarak görseydik sadece, hayatlarımızın nice fırsatını kaçırmış ahmaklar olmaya mahkum yaşamlar sürüyor olacaktık.
Hep kötü çağrışımları içerdiğinden kaza, içerdiği olası iyimser mesajlar ihmal ediliyor bence. Güzel kazalar da gelir insanın başına. Herkesin ya böyle kazaları ya da hataları olmuştur. İfadesel Sanat Terapisi münasebetiyle konuyla yakından ilgili olduğumdan, güzel kaza deyince, hemen aklıma sanat geliyor. Sanatta kazalar çok değerli olabiliyor. Kaza eseri tuvale dökülen bir boya ya da yanlış bir fırça darbesi, resmi resim yapan temel unsur haline, belki de tarihte kendisine yer edinecek bir konuma yerleşebiliyor. Bir sanat atölyesi, bu anlamda, insana en geniş özgürlüğü tanıyan yerdir. Genellikle hata yapmaktan korkarız. Aman başımıza bir kaza gelmesin, her şey planlandığı gibi gitsin isteriz. Oysa ki atölyenin kapısından içeri girdiğiniz andan itibaren, ben diyorum ki, tersine dünyayı yaşama özgürlüğünüz var. Bol bol hata yapın, koyverin kendinizi. Hata yapma özgürlüğünüzün belki de kısıtlanmadığı tek yerdir atölye. Özgürleştiricidir bu yönüyle. Korkunun karşısına dikiliverir bu özgürlük, öyle ya, insan özgürleştiği oranda korkularından arınır! Hatalarımızın üzerine sonradan düşünürüz belki. Orada yatan gizli anlamları konuştururuz, ama resmi yaparken sürece kendimizi kaptırır, sadece içten geleni yaşar, çocuksu oyun haliyetimizi yeniden ve yeniden canlandırırız.
Ben sanattan örnek verdim ve hayatın yaratma gücünden. Sizlerin de çok örneği vardır, biraz düşününce bulacaksınız. Bir kaza bizim için pek çok hayır içerebilir. Yeter ki, hayra yorma becerisine sahip olalım.
No comments:
Post a Comment