Friday, January 2, 2009

Değişim yolculuğum

İçimdeki sesi dinledim…kendime yer açtım.Eve, Ocak 2008

Bir köprü kurmak istedim kendi ülkemde, konumuyla köprü olmuş nice köprüler ülkesinde. İfadesel Sanatlar Danışmanı(Expressive Arts Facilitator) olarak, bir süre önce “Yaratıcı Atölye” çalışmaları başlattım. Sanat yaparak, yaratıcı potansiyelimizi keşfetmenin coşkusuyla, iç dünyamızı, koşullarımızı daha iyi anlayabilir, yaralarımızı iyileştirebilir, adım atma cesaretini gösterebiliriz… Resimle, dans ve hareketle, müzikle, şiirle, heykelle, dramayla, oyunla… pek çok köprüler kuralım istiyorum kendimizle, birbirimizle, yaşadığımız dünyayla. Köprüler kuralım… Köprüler aşalım…
Uçağa bindiğimden beri ağlıyorum, Allah’tan cam kenarındayım, kimseler görmüyor. Sanki 3 seneliğine gidiyorum. Gece 5 dakika uyumadım. Şimdiden pişmanım. Nasıl dayanacağım kızımı öpüp koklamadan onca zaman? Sevgilime el sallarken başlayan ağlama krizim tam 1 saat sürdü. Sonra, dedim ki, “şu anda bunu böyle yaşamayı ben seçiyorum, aslında güle oynaya da gidebilirim, kızımı, onu benim kadar seven insanlara bıraktım, biliyorum ki güvende”. Yazmaya başladım. Yazdıkça ferahlık duygusu sardı içimi, ailem olduğu için, onları çok sevdiğim için ve gitmek istememi anlayabildikleri için şükrettim. Kitaplar dedi ki “18 aylık çocuğu bırakmamalı anne”, pedagoglar dedi ki “daha çok erken, aman gitmeyin!”… eşim dedi ki “bu senin mutluluğunsa, git”! Demese de yapacaktım belki, ama yanımdaydı ya, desteğinin anlamı benim için dünyaydı.
Çocukken resim yaptığım, şiir yazdığım, piyesler yazıp oynadığım zamanlar en mutlu zamanlarımdı. Sonra büyüdüm, ilk, oyunu kaldırdım hayatımdan…çocuk işiydi ya, ondan! İdeallerimin peşinde, ciddi ve saygın bir hayatım olsun istedim. ODTÜ Kamu Yönetimi’ne girdim. Mezun oldum, kazara kısa bir bankacılık deneyimi yaşadım…ilk durakta kaçtım. Ne yapmak istediğimi hiç bilmiyordum. Tek bildiğim bir yaratma sevdası ve bir türlü eyleme geçememe sendromu. Tüm yaratıcılığımı kafamda yaşadım, fikirler, imgeler uçuştu havada yıllar boyunca. Sonra da kariyerimin ve az biraz yaratıcılığımın peşine düştüm. Hem yerel, hem de uluslararası firmalarda pazarlama ve reklam değirmeninde epey bir taş öğüttüm. En son uluslar arası bir reklam ajansında 5 yıl çalıştım. Çok keyifli dönemler yaşadım, çok eğlendiğim zamanlar oldu. İyi ve renkli insanlarla çalıştım, bazıları en iyi arkadaşlarım oldular. Reklam sektöründeki herkesin çok iyi bildiği bir şey vardır: teslim tarihleriyle çalışılır. Her zaman bir son teslim tarihi vardır, bazen 1 aydır, bazen 1 saat… Ama hep bir bitiş çizgisi vardır ya da bir türlü bitememe sendromu. Bazen ne çok deneme yapılır, 15. revizyon dahi geldiği olur (daha sonrası bile olmuştur başkalarına eminim)… müthiş fena bir duygudur, yapılan işin anlamı kalmamıştır o aşamada, sadece iş bitsin diye çalışılır artık. İş, sahibine yabancılaşmıştır artık. Genellikle de en başta sunulanın en doğru ya da güzel olduğu hükmüne varılır. Ama o da keyif vermez bir durum alabilir onca aşamadan sonra, unutulmuştur ilk yaratılan ve önerilen işin heyecanı. Bir de, konkurlar kazanır ajanslar. Konkur hazırlığı çok stresli, ama bir o kadar da zevklidir. Fikir üretmek, bulmak, onu görselleştirmek, metne dökmek… Sabahlara kadar çalışılır, yine bir bitiş çizgisi vardır. Ama o sabahlamalarda bir ekip ruhu alır gider başını. Eğer müşteri kazanılmışsa, o kadar çabuk unutulur ki o ilk heyecan ve başarma sevinci, şaşar kalır insan. Biz miydik kolları sıvayıp, bütün aklımızı, fikirlerimizi, ruhumuzu seferber eden diye merak eder sonra sonra… Çok şey öğrendim diyebilirim reklamcılıkta. Çerçevelenmiş, sınırları önceden çizilmiş, belli bir amaca hizmet eden yaratıcılık nedir onu öğrendim her şeyden önce. Nasıl yaratılır fikirler, sonra üretilir bu sınırların dışına taşmadan? Sınırlarla nasıl temas eder yaratıcılık? Ya da edemez bir türlü… Değişik ekip arkadaşlarım, müşterilerim oldu… Kutuplarımı gördüm, benzerlerimi. Onlardan da çok şey öğrendim, nelerin beni daha çok mutlu ettiğini, nelerin kızdırdığını, umutsuzluk yarattığını… Sınırları tanımlı başarma duygusunun uçucu olabileceğini… nice farkındalıklar kazandım diyebilirim. Uzunca bir süre çok keyif aldım, hatta hayatım işten ibaret oldu. Bayan “hırs” ve bayan “azim” ikilisine kavuştum yeniden, okuldan beri görmemiştim onları . İç motivasyonumu keşfettim, nasıl kimseye ihtiyacım olmadan kendimi coşturabildiğimi gördüm. Tabii köle ruhumla da tanıştım, sorumluluklarıma nasıl körü körüne bağlandığımı, vazgeçemediğimi, arkama atamadığımı fark ettim.
Bütün bu gelişmeleri yaşarken, ben halen bir şeylerin halen eksik olduğu hissi peşimi bırakmıyordu. Bu duygumu bir türlü gideremiyor, parçalarımı bütünleyemiyordum. İyice kendi içime döndüğüm ve sorgulamalarımın arttığı bir ara biyoenerjiyle tanıştım, 3 yıl eğitimini aldım. Ardından, hiç hesapta yokken, gökten bir elma düştü, hamile kaldım ve kızım Ada geldi. Sadece Ada çıkmamıştı içimden, anlatılamayacak nitelikte bir sevgi ve coşku da sarmıştı bedenimi doğumda. Anladım ki, o an, yaratma eyleminin doruğuna ermiştim. Doğum haftasında çok ilginç bir şey de oldu, benim için anlamı çok derindir. Üyesi olduğum sanat dergisinin güz sayısı geldi evimize. Kapağı görünce müthiş şaşırdım, yıllardır üyeydim ve ilk kez, kızımın doğum ayı için “Ada ve Sanat” konusunu seçmişlerdi.
Ben, hamilelik dönemimi bir yaratma süreci olarak gördüm ve yaşadım. O sürecin tadına baktıktan sonra da asla uslanmadım, geriye bakmadım ve Bubi atölyesinde, yıllar yıllar sonra tekrar resim yapmaya başladım. Bu arada reklam ajansındaki işime devam ettim, ama hayatımı o stresle geçirmek istemediğimi çok iyi anlamıştım. Bir arkadaşımın tavsiyesi ile, Doç. Dr. Hanna Nita Scherler’in verdiği 3 yıllık Gestalt Psikolojisi eğitimine başladım, ilk yılını tamamladım, şimdi 2. yılımdayım. Resim yaparken, enerjiyle çalışırken, Gestalt öğrenirken farkındalıklarım da cesaretim de arttı… daha fazla dayanamadım ve artık kendi yaratıcılığıma başvurarak, gerçek sesimi bulmaya; dünyanın seslenişine kendimce bir cevap vermeye karar verdim. İşimden ayrıldım.
İşte, artık statüsüz ve parasız bir dünyadan içeri girmiştim! “Hey, kaygım…sana rağmen yürüyeceğim, iyisi mi beraber yürümeyi öğrenelim”. Tam 1.5 sene araştırdım, şimdi de uçaktaydım! Sanat Terapisi eğitimi almaya gidiyordum… O kadar sezgiseldi ki bu kararım, sanat ve terapi beraberliği fikri karnımda karıncalamalara neden oluyordu. Hiç bilmiyordum aslında ne bekliyordu beni. Onca para, zaman, geride kalan kızım, sevgilim… Okula vardığımda anladım ki, hayatımın ortasında bir yerde, nihayet kendimi nereye koyacağımı bulmuştum. Bu kalabalığın içinde, çok zengin bir sanatsal ve kültürel deneyimle, sınırlarım genişledikçe genişliyordu. Alan açmıştım kendime. Hayatım için oyun alanı!
Gittiğim eğitimlerde yaşadığım kültürler arası karşılaşmalarda, kendimin, sahip olduklarımın, olmadıklarımın farkına vardım her defasında şaşırarak. Bu uzaklaşmalarda benim için çok değerli bir şey fark ettim: Pek çok köprü kurabiliriz iç ve dış dünyamızda. Bazıları hassas, bazıları güçlü köprüler. Sanat yaparken yaşanan yaratıcı süreç, işte bu köprüleri gerçek kılıyor, bizden, ta içimizden çıkmalarına aracılık ediyor. İfadesel Sanatlar Terapisi (Expressive Arts Therapy) master öğrencisi olarak, sanatın danışmanlıkta, eğitimde, terapide, toplumsal değişim için nasıl kullanılabileceğini yaşayarak ve yaşatarak öğreniyorum. Konsantrasyonum da, sanatın yardımıyla pozitif yönde sosyal değişim. Hayatımın geri kalanı için bu mesleği seçtim kendime. Aslında, meslek olarak bile görmüyorum, öyle bir tutkuyla sarıldım. Bu disiplinin kurucularından eğitim ve süpervizyon almaktayım, bana modellik yapıyorlar. Hem sanatçı, hem anne, hem kariyer sahibi olup da nasıl özgün kalınabilir, nasıl kendine yer açabilir insan?… Kendi annemi düşünüyorum, annelerimizi… keşke diyorum! Neyse ki benim hala fırsatım var, şanslıyım. Kızımı düşünüyorum, gülümsüyorum...

2 comments:

  1. hayallerinin ve tutkularinin pesinden gitmen ne guzel! cesaret ve yola devam!
    blogun hayirli olsun :)
    sevgiler,filiz

    ReplyDelete
  2. Çook teşekkürler...yola devam!
    Senin için de geçerli tabii.

    ReplyDelete